İzmir, yalnızca muhteşem denizi ile ünlü bir yer değil. Aynı zamanda tarihi süreçte oldukça uzun zamanlar boyunca farklı medeniyetlerin de yerleşim yeri olmuş bölgelerden bir tanesi. Bergama Antik Kenti de var olan tarihin en güzel halinin ortaya konulduğu bir yer. Caicus Nehri’nin, günümüzdeki ismi ile Bakırçay’ın kuzey ucuna kurulmuş olan eski Yunan kenti Orta Çağ’ın sonlarına kadar kültür ve bilimin en önemli aktarım aracı olarak bilinen yazı rulolarının yanı sıra kitapların imalatı için de kullanılmakta olan parşömenin anavatanı. Aynı zamanda Berlin Müzesi’nde sergilenen Bergama Zeus Sunağı’nın da anavatanı burasıdır.
Milattan Önce 7 – 6. yüzyıla kadar geçmişi uzanan Bergama Antik Kenti, Milattan Önce 323 yılında Büyük İskender’in ölümün ardından Attalids Ailesi yönetimindeki Bergama Krallığı’na bağlandı. Ve Milattan Önce 282 ile 133 yılları arasında bu krallığın da başkentliğini yaptı. Burası yalnızca ilk parşömen üretilen yer olarak bilinmiyor. Aynı zamanda ilk büyük hastane, ilk büyük Asya kütüphanesi, ilk doğal tedavi, ilk farmakoloji ve ilk büyük Asya kütüphanesi gibi farklı ilklere de imza attı.
Antik kentin koruyucusu olarak ise Athena öne çıkıyor. Kentin içinde yer alan Athena Tapınağı da Bergama Antik Kenti sınırları içerisindeki en önemli binalardan biri olarak biliniyor. Tiyatronun üzerine yapılmış olan tapınağın, Dor düzenine uygun şekilde ortaya konulduğu da ifade ediliyor. Lakin tapınağa ait pek çok parçanın Berlin Medeniyet Müzesi’ne götürüldüğü biliniyor. Şimdilerde bu tapınağın yalnızca temelleri antik kentte gelen misafirlerin karşısına çıkıyor. Tarihte birçok ilki içerisine barındıran antik kent, her sene yerli yabancı fark etmeden çok fazla sayıda turisti misafir ederek sahip olduğu tarihi dokuyu ortaya koymaya devam ediyor.
2014 haziranda UNESCO Dünya Kültür Mirası listesine girmeyi başaran Bergama Antik Kenti, 9 bileşenden meydana geliyor. Bergama Antik Kenti’ni gezmek istediğinizde mutlaka görmeniz gereken yerleri ise aşağıda listeledik.
Akropol
Yukarı Şehir anlamına gelen Akropol, günümüzde Kale Tepesi olarak adlandırılıyor. Burası ağırlıklı olarak kral aileleri ile birlikte ileri gelenlerin, komutanların ve aydınların ikamet ettikleri yönetim merkezi olarak biliniyor. Buraya teleferik ile çıktığınız zaman sizi nefesinizi kesecek güzellikte bir manzara karşılıyor.
Şehir Surları
Pergamon Krallığı henüz kurulmadan önce Milattan Önce 5. – 4. yüzyıllarda şehrin en üst noktasına surlar inşa edilmeye başlandı. II. Eumenes döneminde ise şehrin surları civarlarında bulunan ovaları da içerisine alacak tarzda genişletildi. Roma İmparatorluğu’nun zayıflaması ile beraber şehir içeriye doğru çekilmeye başlandı ve daha küçük surlar yapıldı. Ve bu surlar Selçuklu ile Osmanlı dönemlerinde de kale olarak kullanılmayı sürdürdü.
Saraylar ve Askeri Depo
Akropol’ün en üst noktasında Pergamon krallarının sarayları yer alıyor. Burada her bir kral kendi için saray yaptırmış.
Arsenal yani askeri depo ise Akropol’ün en kuzeyinde yer alıyor. Milattan Önce 3. yüzyıla tarihlenen 5 adet Arsenal bulunuyor.
Traian Tapınağı
Tapınağın yapımına Roma İmparatoru Traian döneminde Milattan Sonra 98 – 117 yıllarında başlanmış, ölümü sonrasında ise Hadrian tarafından genişletilerek bitirilmiş.
Kütüphane
Pergamon Kütüphanesi II. Eumenes zamanında yapılmış. Krallığın güçlenmesi ve sanata verilen önemin artması ile beraber döneminde dünyanın en fazla kitaba sahip kütüphane olmayı başarmış. Birbirine paralel iki katlı olan yapının doğusunda okuma odası, henen yan kısmında ise Athena Tapınağı bulunuyor. Bergama Kütüphanesi’ni İskenderiye Kütüphanesi’ne karşı bir rakip olarak gören Mısırlı Ptolemaioslar, papirüs kağıdı ithaline yasak koydu. Bunun üzerine ise Pergamon’da hayvan derileri kurutularak yapılan parşömen kağıdı kullanılmaya başlandı. Milattan Önce 41 yılına gelindiğinde ise Pergamon’da bulunan yaklaşık 200.000 kitap, Marcus Antonius tarafından Mısır Kraliçesi Kleopatra’ya hediye edildiği söylenmekte.
Athena Kutsal Alanı
Pergamon’un en eski tapınağı olarak bilinen Athena Tapınağı hakkında yapılan araştırmalar, yapıyı Milattan Önce 3. yüzyıla tarihlemiş. Zeka ve barış tanrıçası Athena için yapılmış olsa da iç kutsal alan aynı zamanda Tanrıların Tanrısı Zeus’a adanmış.
Demeter Kutsal Alanı
Milattan Önce 282 ile 263 yılları arasında krallığın kurucusu Pheiletarios ile kardeşi Eumenes tarafından anneleri Boa anısına yaptırılan bu alan; bereketin, tarımın, mevsimlerin ve anne sevgisinin tanrıçası olan Demeter’e adanmış.
Gymnasion
3 terastan oluşan Gymnasion’un alt katında erkek çocuklar, ortak katında genç erkekler ve üst katında ise yetişkin erkekler eğitim görmekteydi. Bergama Antik Kenti sınırları içerisindeki bu yapıda aynı zamanda 2 tane hamam ve 1.000 kişilik kapasiteye sahip Odeion ve tapınaklar yer alıyor.
Asklepion Antik Hastane
Milattan Önce 4. yüzyılda Sağlık Tanrısı Asklepios adına kurulan hastanenin antik dönemde ön kısmında “Ölümün girmediği şehir, vasiyetlerin yazılmadığı yer” yazısı bulunmaktaymış. Dünyanın ilk psikoterapi hastanesini de içerisinde barındırmış olan yapıda ilk defa doğal ilaçlarla ve telkinle tedavi uygulanmış. Antik dönemde her ne kadar pek çok Asklepion olsa da günümüze kadar sadece Bergama, Epidavros ve Kos’takiler kaldı.
Serapis Tapınağı (Kızıl Avlu)
İmparator Hadrian döneminde yapılmış tapınak, Mısır tanrılarına ithaf edilmiş. Bizans döneminde Hristiyanlığın 7 kilisesinden bir tanesi de burada yer alıyordu.
Bergama Müzesi
Pek çok kişinin genelde gezi planlarına dahil etmedikleri bu müze, mutlaka Bergama Antik Kenti ziyaretiniz sırasında görmeniz gereken yerlerden bir tanesi. Müze içerisinde gerek Bergama gerekse çevresinde yapılmış olan kazılarda elde edilen eserlerle beraber diğer bir antik kent olan Pitane Antik Kenti’nden çıkarılan buluntular sergileniyor. Burası hem etnografya hem de arkeoloji müzesi formatında eserler sergiliyor.
Prehistorik Dönemlerde İzmir
Merkez ve ilçe sınırlarında yapılmış olan arkeolojik çalışmalar ile de görülebileceği üzere İzmir içerisindeki tarih prehistorik dönemle kadar indirilebiliyor. Son dönemlerde hız kazanmış olan Batı Anadolu Prehistoryası araştırmalarının önemli bir ayağı olan Yeşilova ile Ulucak Höyük, İzmir’e ait bilinen en erken iskân alanları konumunda yer alıyor. Bununla beraber Torbalı, Efes, Kemalpaşa Menemen Ovaları’nda tespit edilen höyüklerin üzerinde de Neolitik Dönem’e ait izlere de rastlandı. Höyüklerden elde edilen bulgular, İzmir prehistoryasının Milattan Önce 5500 – 3100 yıllarında yani Kalkolitik Dönem içerisinde de sürdüğünü kanıtlıyor. İzmir ve çevresinin coğrafi konumu ve sahip oldukları hammadde kaynaklarından dolayı Tunç Çağı ile birlikte hız kazanan denizaşırı ticari faaliyetlerde de son derece aktif bir rol oynadı. Bölgede hızla artan yerleşim alanları ile beraber bölge; Anadolu – Ege Adaları ve Yunanistan arasında var olan kültürel alışverişte de önemli bir kavşak görevini üstlendi.
Milattan Önce 3100 ile 2200 yılları arasındaki Erken Tunç Çağı’nı İzmir içerisinde temsil eden en önemli kazı alanları içerisinde ise Panaztepe, Limantepe ve Ulucak Höyük sayılabiliyor. Bayraklı’da yer alan ve Tepekule Höyük olarak adlandırılan yerleşimin temelinin de yine bu dönemin başlarında atılmış olduğu biliniyor. Dönem içerisinde kerpiç konstrüksiyona sahip kalın tahkimat sistemi ile korunmakta olan yerleşimin hemen dip kısmına kadar sokulan körfezin ortaya koyduğu doğal liman özelliği; bölgenin en önemli kentler arasında yer almasını sağlamış.