İshak Paşa Sarayı, Ağrı’nın Doğubayazıt ilçesinin 7 kilometre güneydoğusunda konumlanıyor. Türk mimarisi açısından oldukça önemli olan eser, Türk sancak beyi olan IV. Murat zamanında yapılan İran Seferi (1634) sırasında kahramanlık göstererek kolunu kaybeden Abdi Paşa tarafından yapımına başlanıyor ve 99 yıl süren inşa çalışmaları sonucunda haleflerden İshak Paşa tarafından 1784 yılında tamamlanıyor. Sarayı yapan ustaların kim olduklarına dair kesin bir kayıt olmasa da Ahıska Türklerinden oldukları biliniyor. Osmanlı mimarisinden günümüze ulaşan Anadolu’daki tek saray yapısı olduğu biliniyor. Göz alıcı mimari yapı bütünlüğü bozulmadan korunmaya devam ediyor. Her yıl yerli ve yabancı yüzlerce turist tarafından ziyaret ediliyor.
İshak Paşa Sarayı Hakkında
Doğubeyazıt’tan çıkıp İshak Paşa Sarayı yoluna girdiğinde karşıdaki tepenin üstünde olanca heybetiyle İshak Paşa Sarayı sizi karşılıyor. Saray’ın giriş kapısına geldiğinizde görkemli yapının etkisi katlanarak artıyor. Saray, Karaburun tepesindeki teras, iki avlu ve avluların etrafını çevreleyen yapılar topluluğundan oluşuyor. 7.600 m2 alan üzerine, bazı bölümleri tek katlı, bazı bölümleri iki, bazı bölümleri üç katlı olacak şekilde inşa ediliyor. Bir sarayın bünyesinde bulunması gereken harem, harem odaları, aşevi, hamam, toplantı salonları, mahkeme salonları, eğlence yerleri, muhafız koğuşları, uşak ve seyis odaları, cami, erzak deposu, cephanelik, bodrum katlarında yer alan hizmetli odaları gibi tüm donanımları bulunuyor. Selçuklu sanatının neredeyse tüm motiflerine rastlayabileceğiniz yapılarla bezeli bu saray; tarih ve sanat tarihi bakımından eşsiz değere sahip bir yapı olma özelliği taşıyor. Avrupa yapılarından olan şato tipinin ülkemizdeki en iyi örneği olan İshak Paşa Sarayı’nın camisi günümüze kadar yıkılmadan ulaşan tek yapısı oluyor. Saray kompleksinin en salam kalan kısının cami olması, insanların dini korkuyla tahrip etmemelerinden kaynaklanıyor. İki farklı renk taşla örülen tek kubbeli caminin minaresi saraya ilginç bir görüntü kazandırıyor. Abdi Çolak Paşa ve İshak Paşa için yapıldığı düşünülen caminin kıble duvarının dışında bir de türbe bulunuyor. Türbenin duvarları geometrik şekiller ve bitkisel motiflerle bezeli olduğu görünüyor. Saray yapılırken Türk saray geleneğine ve mimarisine uyulmasına özen gösterildiği her halinden belli oluyor. Nereye bakarsanız bir Türk motifi, nereye bakarsanız bir Türk geleneğine göre inşa edilmiş alanlar görüyorsunuz. Klasik Osmanlı mimarisi dışında değişik üslup ve bezeme şekilleri de göze çarpıyor.

Sarayın ihtişamlı görüntüsü, sarayı yaptıran Bey’in Merkez’e karşı bir güç gösterisi olarak yorumlanıyor. Sarayın bu görkemli görüntüsünün yanı sıra sarayı diğer saraylardan ayırın bir önemli özelliği de bulunuyor. Tarihte ilk defa kalorifer sistemi kullanılan saray olarak kayıtlara geçiyor. Sarayın taş duvarlarının aralarında görülen boşluklar, sarayın merkezi bir ısıtma sistemiyle ısındığının kanıtı niteliği taşıyor. Osmanlı tarihinde Ağrı’ya yapılan en görkemli ve büyük mimari yapı genel anlamıyla Türk mimarisinin özelliklerini gösterse de Avrupa sanatının Barok etkileri de görülüyor. Osmanlı ve Selçuklu mimarisinden de izler taşıyor.
İshak Paşa Sarayı’nın Efsaneleri
İshak Paşa Sarayı’nın birkaç efsane olan hikayesi bulunuyor.
Bu efsanelerden biri Perişan Hanım ile Halil Bey arasında olan aşk hikayesini anlatıyor. O dönemlerde İshak Paşa Sarayı’nın sahibi olan Behlül Bey’in yeğeni Halil Bey, Suluçem Köyü ağasının güzelliğiyle dillere destan olan evladı Perişan Hanım’a aşık olur. Hikaye bu ya Perişan Hanım’a aşık olan bir tek Halil Bey değil, bir de seyis Gello bulunuyor. Gello, Halil Bey ile Perişan Hanım’ın aşkını bitirip ayırmak için çeşitli oyunlar oynar, yalanlar söyler ve Halil Bey’in ölümüne sebep oluyor. Daha sonra İshak Paşa Sarayı’nın sahibi olan Behlül Bey, Perişan Hanım’ın eşi olmasını istiyor ve düğün yapılıyor. Düğün günü gelip çatınca Perişan Hanım herkesin gelinlik diye bildiğini kefen diye üzerine giyiyor ve sarayın minaresine çıkıyor. Başlıyor yaşananları bir bir anlatmaya. Gello’nun tüm yaptıklarını, yalanlarını, Halil Bey’e olan aşkını minareden düğüne gelen herkese haykırıyor. Daha fazla bu aşkın hasretine dayanamayan Perişan Hanım, sevdiğine kavuşabilmek için kendini minareden aşağıya atıyor. Yaşarken kavuşamayan aşıklar ölünce kavuşuyorlar. Bu aşk hikayesi dilden dile anlatılan ve İshak Paşa Sarayı’nı simgesi olan hikayelerinden oluyor.

Efsane hikayelerden biri de Gülbahar ile Çoban Ahmet’in aşk hikayesi olarak anlatılıyor. Bu hikayede Çoban Ahmet’in evine bir at gelip duruyor ve Çoban Ahmet yola bırakıp gelse de at dönüp dolaşıp Çoban Ahmet’in evinin önüne geliyor. O zamanki geleneklere göre bir at üç kez geri gelirse o evin erkeğine ait olur deniyor. Bu efsane üzerine at Çoban Ahmet’in oluyor. Ancak atın gerçek sahibi, o dönemki İshak Paşa Sarayı’nın sahibi olan bey atı geri istiyor. Bey’e anlatılıyor, törelere göre atın sahibinin artık Ahmet olduğu. Bey, bu anlatılanları kabul etmez ve Ahmet’i yakalatıp zindana arttırıyor. Bey’in kızı Gülbahar, Ahmet’i zindana götürürlerken görüyor ve aşık oluyor. Gülbahar, bir gece zindana giderek Ahmet’i görmek istiyor. Zindan kapısındaki bekçi Gülbahar’ı bir tutam saçı karşılığında zindana girebileceğini söyleyince Gülbahar saçından bir tutam kesip zindan kapısındaki bekçiye veriyor ve görüşüyorlar. Gel zaman git zaman Bey, Çoban Ahmet’in idamına karar veriyor. Ancak bölgenin halkı bu karara karşı ayaklanıyor. Bey ayaklanmayı bastırabilmek için, kararından vazgeçtiğini, Gülbahar ile Çoban Ahmet’in bir tek şartla evlenebileceğini duyuruyor. Bey şart olarak; Çoban Ahmet’in Ağrı Dağı’nın tepesinden ateş getirmesini istiyor. Çoban Ahmet, binlerce yıldır bu dağ yolunda ateş almaya gelenlerin kaybolduğu zorlu yolculuğu tamamlayıp ateşi Bey’e getiriyor. Başka şansı kalmayan Bey, kızı gülbahar ile evlenmesine izin veriyor ve düğünleri yapılıyor. Evlendikleri gece Çoban Ahmet, nice zamandır içini kemiren soruyu, ‘Gülbahar’ın zindana ne karşılığında girdiğini’, Gülbahar’a soruyor. Gülbahar da gerçeği, bir tutam saç verdiğini, söylüyor. Çoban Ahmet çok kıskanıyor ve yatağın tam ortasına bir hançer bırakıyor. O zamanki törelere göre, suçlu kadınsa hançeri kendi göğsüne saplıyor. Eğer kocasının kendine iftirada bulunduğunu yani kendini sadece kocasına sakladıysa da hançeri kocasının göğsüne saplaması gerekiyor. Gülbahar sabaha kadar kara kara düşünüyor. Gün doğumunda hançeri kendine inanmayan kocası Çoban Ahmet’in göğsüne saplıyor. Bu aşk hikayesi de bu hazin sonla bitiyor.

İshak Paşa Sarayı’nın Yapısı
Saray, görkemli yapısının yanı sıra, iç içe iki avlu olmasıyla da dikkatleri üzerine çekiyor. Birinci avluya girdiğinizde ayakta duran bir yapı göremeyince biraz hüzün kaplıyor insanın içini. Bu değerler neden korunamıyor diye. İkinci avluya geçtiğinizde birkaç yapıyı ayakta görebiliyorsunuz. ‘U’ şeklindeki iki avlunun ilkinde sadece kalın dış duvarlar ayakta kalabilen yapılar olurken, ikinci avluda birkaç dikili yapı görebiliyorsunuz. 1840 yılında yaşanan büyük deprem bu yıkımın temel sebebi olsa da yaşanılan yağmalar ve bakımsız geçen bunca zaman saraydan geriye pek bir şey bırakmıyor. Yöre halkınca sarayın arkasındaki dağın sarayı koruduğu yaygın bir inanışa dönüşüyor. Avludaki yapıların simetrik bir düzende olmadığı dikkatleri çekiyor. Bunun temel amacı yapıların işlevselliğine göre ihtiyaç halinde genişletilmesine uygun olarak İslam mimarisi matematiğine göre inşa ediliyor. Saraydaki işleme ve süslemeler el emeği, göz nuru olmasının yanı sıra sanki bir ilahi gücün verdiği ilhamla işlenmiş hissi uyandırıyor.